Yaralı Genç Göçmen Kuşlar

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

   Göç zamanı çoktandır devam ediyor. Kuzey Kutbu’ndan güneye leylekler, turnalar, çekirgeler göçtü, göçüyor. Aynen balinalar, balıklar ve karıncalar da göçtü, gidiyor. Bir de insan göçleri var, genç adam göçleri. Kırdan şehire, ülkeden başka ülkeye. Umuda göçelim derken, umutsuzluğa, karanlığa, bitmez kasavete göçenler. İnsan culuk gibidir, ne bilsin gittiği yerin gerçeğini.

Gam değil, bilse de kopacaktır yurdundan, yuvasından, yarinden. Zorunda kalınca, ümit edince, elinde değildir gitmemek. Fıtrat daha daha iyiye, daha güzele programlandı bir kere ezelden. Alna yazıldı muhacirlik, başarısıyla başarısızlığıyla. Dönüştüren, devrim yapan enerjisiyle. Hicret, varoluş demek, bakiye dönüşme çabası demek bir anlamda.

Güneşin doğduğu topraklarda göç var, hicret var, kopuş var, firak var, gözyaşı ve ızdırap var nicedir. Batıya, batıya kaçış var, ayrılış var, içi kan ağlayan titreyiş var nicedir. Sağır ruhlar neyi duyar, proteinden zehirlenip urlaşan kalp telleri neyi duyar, ferasetler çoktan bağlı, neyi görür? Gökkubbe yıkılmadan iyi duruyor, yer yarılmadan, insanoğlunu içine yutmadan iyi duruyor yerinde…

Bir akşam alacasında rastladım ona. Kara yağız, ince dal gibiydi Emanullah. Kocaman bir çöp kutusuna eğilmiş, kağıt karton araştırıyordu. “Selam aleyküm” dedim ona. “Kolay gelsin.” Döndü geriye, “Aleyküm selam” dedi. Göz göze geldik. Gözlerinde endişe ve gülümseme pırıltısı şavkıyordu. Ben de ümit ve güven vermek istiyordum. “Ben Hasan, sen kim?” dedim. “Emanullah” dedi. Aaa, “Allah’ın güveniliri” dedim, sol omuzunu sıkıca kavrayarak. Yayvan derin tebessüm etti, “He abi” dedi. Maaşallah, ismin de çok güzelmiş, deyince gülümseme ve güveni derinleşti. Öyle hissettim. Hemen sol elimdeki naylon torbayı uzattım, “Alal, istediğin kadar al” dedim. Tereddütsüz avuçladı bir koşam. “Alal” dedim, bir koşam daha aldı, çekinmeden, yüksünmeden. “Alal” dedim, gözüme baktı, mutlu, mütebessim. Ezmekten korktuğum için ısrar edemedim. İki omuzundan sıkıca kavradım, gözlerinin içine içine, “Türk Afgan kardeş, Müslim, Müslim” dedim. O an, imanının derinliğini gözlerinde okudum sanki, tarifsiz kıvandım, sevindim, dalgalandı içim. Bizi bu hale getiren feleğe yuh olsun. Sahipsiz dal gibi ince, medeniyetini yitiren bir ümmet, bir milletin değerli evladı karşımdaydı. Nefes sıcaklığını hissedebiliyordum. Kandahar, Tora Bora dağları… Sinema şeridi gibi geçti içimden, kaynarsu sıcaklığında. Daha fazla duramazdım, gülümseyerek tokalaşıp, kararan akşamlara karıştım.

Bir akşam ezanı sonrası yine karşılaştım onlardan biriyle. Omuzlarında taşıdığı çöp arabası sanki kağnı yükü gibiydi. Selam verdim, tokalaştım, kendimi tanıttım, o da tanıttı, adı Abdullah’mış. Dedim, “Nerelisin, Suriye?” Dedi, “Abi ben Pakistanlı.” “Ne zaman geldin Antalya’ya?” Üç dört ay oluyor abi. Türkçesine şaşırdım, “Burda mı öğrendin?” “Evet abi,” dedi, “burda öğrendim.” Fesüphanallah, biz yıllarca… Zeka ve zarurete bağladım bu başarıyı. “Sen kaç yaşındasın?” dedim, “15 abi,” dedi. Bana 11-12 gibi geldi. “Doğruyu söyle, burdan Avrupa’ya mı gideceksin burdan?” “Evet abi, Avrupa’ya gideceğiz.” İçimden “Akdeniz mezarlığı” diye geçti. “Kaç kişisiniz Antalya’da?” “Abi çok var, çok.” Yaz biterken bir şekilde sahilden Akdeniz’e açılacaklar. Menzil Avrupa, Avrupa. Biz de yüzyıllarca açılıyorz, açılıyorz, varamıyoruz, yol bitmiyor. “Müslüman ey Müslüman, sana deyim ben, sen kimsin ula?” Bu paraları biriktirip yola vereceksiniz, öyle mi?” “Evet abi.” “Günlük kaç kilo toplayıp kaça satıyorsunuz?” “200 kilo, iki araba topluyoruz abi.” İstanbul Türkçesiyle söylüyor. Kilosunu kaça veriyorsunuz? “30-35 liraya abi.” Kim alıyor? “Afganlı biri, şu ileride kalıyoruz.” Çöplerle içi içe yatıyorlar. Görmek içimden geliyor, barınaklarında sohbet etmek istiyorum. Ama açılmaya patronun engel olacağını zannediyorum, onunla kavga edeceğimi düşünüyorum. Çünkü kendisi 100 liraya satıyormuş. Araba dedim, “Abi, araba patronun,” dedi. Haa, bundan ucuza alıyor dedim. Patronu anlamaya çalıştım. Uyanık, paralı, müteşebbis, iradeli, cesur biri olarak düşündüm patronunu. Avrupa yolunda o da para kazanıyor. Muhtemel ki daha sağlam botla, daha az yalvararak geçmek istiyor Akdeniz mezarlığını, dedim içimden. Ama Türkiye nasıl müsaade ediyor, anlayamadım. Çöpümüzü hızla ve ucuza topluyor, kazan kazan, dedim içimden. Eee, kapitalizm mabedinin kanunu. Kazanıyor ama daha çok kazandırıyor. Ey Müslüman, sana ne deyim ben? Ağlayamıyorsun bile adam gibi. Sersem sersem, alık alık gülüyon. Ağladığın şey, benim gibi arabesk, şehit cenazesi, ayrılma, kavuşma gibi. Ağladığın şeye bak, bir de aynaya bak. Tarih aynasına, şeref ekranlarına bak. Angutsun, angut ey Müslüman. Mankurtsun, mankurt, ecdadını tanımayan AVM kahramanı.

Abdullah’a yaz sıcağında büyük soğuk bir ayran ısmarladım, minnetsiz, teklifsiz, bütün ikramları kabul ediyorlar. Hayatımda böyle şey görmedim. Yeni şeyler böyle öğrenilse gerek. Türkiye’de hiç hatırlamıyorum, maal memnuniye sevinçle her ikramı geri çevirmeyeni. Belki eski zaman çoban çocuklarının bazıları böyleydi. Millet bize bakıp duruyor cadde ortasında. Avucuna var olan paramı sıkıştırıyor ve “Veagimsalah” diyerek uzaklaşıyorum. Son kelimemi anlayarak başını salladı. Göz göze gelip el sallıyoruz. Karanlıkta harbiden kömür gözlü Pakistanlı Abdullah. 15 yaşında, birkaç ayda İstanbul Türkçesi öğrenmiş, konuşuyor. Biri konuşup ilgilendiği için, o anlık sürurlu, besbelli. Ama benim yarama yine tırnak vuruldu, kendimden utanarak karanlığa karışıyorum…

Göçler devam ediyor, analar her gece ağlıyor, o da varsa. Savaş, kardeş kavgaları, yoksulluk, ekilmeyen tarlalar, bostanlar dikilmeyen bağlar, en çok anaları vurdu İslam doğusunda, güneyinde. Bir de eli silahlı babaları, abileri. Belki önüne gelene, o yüzden abi diyorlar. Vallahi tek kelime Türkçe bilen abiyi biliyor. Liderler hacca giden, Allah, lillah, maaşallah diyen liderler, son model batı arabaları içinde batıdan kuzeyden oluk gibi para akıtıp tırlarla silah almaya devam ediyor. Sosyal devlet gereği yollar yapılıyor ülkesi için çırpınıyorlar mutlu mesut uyuyorlar İslam dünyası liderleri. 

    Akdeniz, Bengaldeş denizi, Ege denizi, yunus gibi yutuyor evlatlarını. Belki de deniz şehidi göçenlerin bir kısmı, belki değil, sadece musibetzede. Kim bilir, belki ülke savunmasından kaçanlar, refaha tapanlar var içinde. Topraklarında karnı doyduğu halde yetinmeyenler. Her amel niyete bağlı. Ameller niyetlere göre. Havada, karada, denizde böyle; işler niyetlere bağlı.

Göç zamanı devam ediyor, doğudan batıya. Karadan Akdeniz’e. Yazdan kışa. Allah’ım, göçlerimiz, hicretlerimiz ne zaman bitecek? Ne zaman Medine’ye varacağız? Bekliyoruz, bekliyoruz, kıyamet kopana dek bekleyeceğiz, ümitimizi biz yitirmeyeceğiz. Yitirmedik, hem vallahi hem billahi.

Yorumlar

  1. Mehmet Çetin

    Göç zamanı devam ediyor, doğudan batıya. Karadan Akdeniz’e. Yazdan kışa. Allah’ım, göçlerimiz, hicretlerimiz ne zaman bitecek? Ne zaman Medine’ye varacağız? Bekliyoruz, bekliyoruz, kıyamet kopana dek bekleyeceğiz, ümitimizi biz yitirmeyeceğiz. Yitirmedik, hem vallahi hem billahi.

    Tebrik ediyorum.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir